Sınai Mülkiyet Hukuku Alanında Tazminat Davalarının Tecavüzün Tespiti Talebiyle Beraber Açılması
Güncelleme tarihi: 16 Eyl
Konusu bir miktar paranın ödenmesi olan ticari davalar için dava şartı arabuluculuk meselesi gündeme geldiğinden beri Sınai Mülkiyet Hukuku alanında faaliyet gösteren tüm avukatların aklına tazminat davalarının akıbetinin ne olacağı gelmişti. Çoğunlukta tecavüz ve tazminat davalarını bir arada açmayı tercih eden meslektaşlarımız açısından bu konu oldukça stratejik bir nitelik taşıyor. Mevzuat yürürlüğe girdiği günden beri konu açıklığa kavuşmuş ve her ne kadar tecavüz davaları dava şartı arabuluculuk hükümlerine tabi değilse de tazminat davalarında arabulucuya başvurmanın dava şartı olması sebebiyle her iki davanın arabulucuya başvurulmaksızın beraber açılması ihtimalinin artık mümkün olmadığı konusunda görüş birliğine varılmıştı. Ancak Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 17.02.2020 tarih ve 2020/197 E. ve 2020/1578 K. sayılı kararı konuyu tekrar gündeme taşıyacak gibi görünüyor. Konunun geçmişine dair kısa özetimiz ile karara dair bilgiler ve değerlendirmelerimiz aşağıda başlıklar halinde dikkatinize sunulmaktadır.
I. SINAİ MÜLKİYET HUKUKU ALANINDA AÇILACAK TAZMİNAT DAVALARININ DAVA ŞARTI ARABULUCULUĞA TABİ OLUP OLMADIĞI
Hepimizin bildiği üzere 7155 sayılı “Abonelik Sözleşmesinden Kaynaklanan Para Alacaklarına İlişkin Takibin Başlatılması Usulü Hakkında Kanun” m.20 uyarınca 6102 sayılı “Türk Ticaret Kanunu”na (“TTK”) eklenen m.5/A/f.II
“Bu Kanunun 4üncü maddesinde ve diğer kanunlarda belirtilen ticari davalardan, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır.”
hükmünü hukukumuza getirmiştir.
TTK m.4/f.I/b.d uyarınca ise
“Her iki tarafın da ticari işletmesiyle ilgili hususlardan doğan hukuk davaları ve çekişmesiz yargı işleri ile tarafların tacir olup olmadıklarına bakılmaksızın (…) Fikrî mülkiyet hukukuna dair mevzuatta (…) öngörülen hususlardan doğan hukuk davaları ve çekişmesiz yargı işleri ticari dava ve ticari nitelikte çekişmesiz yargı işi sayılır.”.
Bu itibarla 7155 sayılı Kanun’da anılan düzenleme hukukumuza girdiğinden beri Sınai Mülkiyet Hukuku alanında açılan tazminat davalarının dava şartı arabuluculuk düzenlemesine tabi olduğu değerlendirilmiş, bu davalar tecavüzün tespiti davasıyla beraber açılmış dahi olsa Sayın İlk Derece Mahkemeleri çoğunlukla tazminat davası açısından arabuluculuğa başvurulmuş olmasını dava şartı olarak kabul ederek bu usule uygun davranılmamış olunması halinde davaların anılan bölümünü tefrik ederek usulden reddetme yönünde hareket etmişlerdir.
Zira bu gibi durumlar hukukumuzda Hukuk Muhakemeleri Kanunu (“HMK”) m.110’da düzenleme alanı bulan “davaların yığılması” olarak değerlendirilmiştir. Anılan madde uyarınca
“Davacı, aynı davalıya karşı olan, birbirinden bağımsız birden fazla asli talebini, aynı dava dilekçesinde ileri sürebilir. Bunun için, birlikte dava edilen taleplerin tamamının aynı yargı çeşidi içinde yer alması ve taleplerin tümü bakımından ortak yetkili bir mahkemenin bulunması şarttır.”.
Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı Hukuk İşleri Genel Müdürlüğü Arabuluculuk Daire Başkanlığı tarafından hazırlanan “Ticari Uyuşmazlıklarda Dava Şartı Arabuluculuk”[1] isimli kitabın “Dava Şartı Olarak Arabuluculuğun Medeni Usûl Hukukuna ve Dava Çeşitlerine Etkisi” isimli başlığında “davaların yığılması” halinde ne şekilde hareket edilmesi gerektiği aşağıdaki şekilde açıklığa kavuşturulmuştur:
“Davacının, aynı davalıya karşı olan, birbirinden bağımsız birden fazla asli talebini, aynı dava dilekçesinde ileri sürebildiği davaların yığılmasında (HMK m. 110), her bir asli talep bağımsız dava oluşturur; bu nedenle dava şartları her bir asli talep bakımından ayrı ayrı değerlendirilir. Örneğin, taleplerden sadece birisinin konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talebi içeren ticari dava ise, sadece bu asli talep bakımından dava şartı olarak arabuluculuğa ilişkin hükümler uygulanır, diğer asli talep bakımından dava şartı olarak arabuluculuğa ilişkin hükümler uygulanmaz.”
Keza Türkiye Barolar Birliği tarafından hazırlanmış olan “Ticari Uyuşmazlıklarda Dava Şartı Olan Arabuluculukta Taraf Vekilliği El Kitabı”nda da bu konuya değinilmiş ve “Davaların yığılması (…) gibi birden fazla talebin olduğu durumlarda dava şartı arabuluculuk uygulaması nasıl olmalıdır?” sorusuna
“Talebin birden fazla olduğu ve bu taleplerden; bazılarının bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talebine ilişkin olduğu, bazılarının ise böyle olmadığı durumlarda da öncelikle arabulucuya başvurulması doğru olandır. Zira 6325 sayılı HUAK’ın 18/A-2’de; “Arabulucuya başvurulmadan dava açıldığının anlaşılması hâlinde herhangi bir işlem yapılmaksızın davanın, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verileceği” belirtilmiştir.”
şeklinde cevap verilerek konuya aynı yönde açıklık getirilmiştir[2].
Bu itibarla bakıldığında mesele, yakın zamanda Yargıtay 11. Hukuk Dairesi tarafından verilmiş olan 17.02.2020 tarih ve 2020/197 E. ve 2020/1578 K. sayılı karara kadar doktrin ve uygulamada tartışılmaya açılmayan bir konuydu diyebiliriz. Hakikaten de gerek mevzuat gerekse Adalet Bakanlığı, Arabuluculuk Daire Başkanlığı ve Barolar Birliği’nin ortak kanısıyla mesele bu haliyle kabul edilerek tatbik edilmekteydi. Her ne kadar salık verilen bu uygulama, icraatta Sınai Mülkiyet Hukuku alanında mütecaviz fiillere karşı alınan/alınması planlanan aksiyonların işlevselliğini zaman zaman azaltsa yahut stratejilerin hayata geçirilmesini geciktirse dahi uygulamada mevzuatın bu şekilde yorumlanması gerektiğine dair oluşan görüş birliği neticesinde çok da tartışılmayan bir yeknesaklık bulunmaktaydı.
II. ŞUBAT 2020 TARİHLİ YARGITAY KARARI VE GETİRDİKLERİ
Mevcut uygulama yukarıda işaret edildiği gibi yeknesak olmakla beraber Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 17.02.2020 tarih ve 2020/197 E. ve 2020/1578 K. sayılı kararı uygulamanın değişip değişmeyeceğine dair soru işaretleri oluşturacak niteliktedir. Zira Yargıtay’ın Sınai Mülkiyet Hukuku’na dair olmayan anılan kararında
“Dava, geçerli bir ortaklık ilişkisi kurulmadığının tespiti ve bu amaçla verilen paranın tahsili istemine ilişkin olup, ilk derece mahkemesince, dava türü itibariyle dava açılmadan önce arabulucuya müracaat edilmesinin dava şart olduğundan bahisle davanın usulden reddine karar verilmiş, karara karşı davacı tarafından yapılan istinaf başvurusu da Bölge Adliye Mahkemesince aynı gerekçeyle esastan reddedilmiştir. Davanın 7115 sayılı yasanın 20. maddesi ile TTK’nin 5. maddesine eklenen 5/A maddesinin yürürlüğe girmesinden sonra açıldığı uyuşmazlık konusu değildir. Bahse konu maddeye göre, TTK’nin 4. maddesinde ve diğer kanunlarda belirtilen ticari davalardan, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır. Somut olayda, 6100 sayılı HMK’nın 110. maddesiyle düzenleme altına alınan “davaların yığılması” durumu söz konusu olup, uyuşmazlık, verilen paranın tahsili ve ortak olmadığının tespiti olmak üzere iki ayrı dava içermektedir. Konusu bir miktar paranın ödenmesi olan tahsil davası arabuluculuğa tabi ise de, geçerli bir ortaklık ilişkisinin kurulmadığının tespitine ilişkin dava, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan bir alacak ya da tazminat davası olmadığından arabuluculuğa tabi değildir. Bu durumda, arabuluculuğa tabi olmayan bir dava ile birlikte açılan tahsil davası da arabuluculuk dava şartına tabi olmayacağından aksi yöndeki mahkeme gerekçesi isabetli görülmemiştir.”
şeklinde bir karar oluşturulmuştur.
Anılan karar Arabuluculuk Daire Başkanlığı ve Barolar Birliği’nin Ticari Davalarda Dava Şartı Arabuluculuk’a dair hazırladığı bilgilendirme kitaplarında belirtildiğinin aksine HMK m.110 uyarınca davaların yığılması söz konusu olduğunda değerlendirmenin dava şartı arabuluculuk bulunan talep bakımından bu şartın uygulanması ve bu itibarla davaların tefrik edilerek dava şartı arabuluculuğa tabi olan talep bakımından usulden red kararı verilmesi yönünde değil dava şartı arabuluculuğa tabi olmayan tespit talebine istinaden konusu bir miktar para alacağı olan talebin de dava şartı arabuluculuğa tabi olmaksızın doğrudan dava konusu edilebileceğini ortaya koymaktadır.
Kararın bütünü incelendiğinde; anılan değerlendirmenin devamında davada ileri sürülen “ortaklık ilişkisinin kurulmadığı” talebine ilişkin olarak bir değerlendirme yapıldığı dikkat çekmektedir. Anılan değerlendirmede son derece yakın bir tarihte 07.12.2019 tarihinde Resmi Gazete'de yayınlanan 7194 sayılı “Dijital Hizmet Vergisi ile Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”' m.41 ile 3332 sayılı “Sermaye Piyasasının Teşviki, Sermayenin Tabana Yaygınlaştırılması ve Ekonomiyi Düzenlemede Alınacak Tedbirler ile 5422 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu, 213 Sayılı Vergi Usul Kanunu ve 3182 sayılı Bankalar Kanunu’nda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”a eklenen geçici 4. maddeye atıfta bulunulmuştur. Söz konusu madde kamuoyunda tartışılan bir madde olup temel olarak 31.12.2014 tarihine kadar, pay sahibi sayısı nedeniyle payları halka arz olunmuş sayılan ve payları borsada işlem gören anonim ortaklıklar tarafından doğrudan veya dolaylı olarak nominal ya da primli değer üzerinden pay veya pay adı altında satışı yapılmış olan her türlü aracın Sermaye Piyasası Kanunu’nun kaydileştirmeye ilişkin şartlarına tabi olmaksızın Türk Ticaret Kanunu kapsamında pay addolunucağını, bu ortaklıklara yapılan ödemeler pay karşılığı yapılmış kabul edileceğini ve ortaklık ilişkisinin kurulmuş sayılacağını kayıt altına almaktadır. Maddede bu payların kaydileştirilmemiş olmasının ortaklık haklarına halel getirmeyeceği ve ortaklık ilişkisinin kurulmadığının da iddia edilemeyeceği kayıt altına alınmıştır.
Maddenin ikinci fıkrasında ise bu konularla ilgili olarak mahkemede görülen/görülecek uyuşmazlıklarda ne şekilde hareket edileceği hüküm altına alınmıştır. Buna göre
“Birinci fıkra kapsamında kurulmuş olan ortaklık ilişkileri hakkında; geçerli bir ortaklık ilişkisi bulunmadığı veya primli pay satısı yapıldığı ileri sürülerek sebepsiz zenginleşme, haksız fiil, sözleşme öncesi görüşmelere aykırılık veya sözleşmeye aykırılık nedenlerine dayalı olarak açılan ve kanun yolu incelemesindekiler dahil görülmekte olan menfi tespit, tazminat veya alacak davalarında, karar verilmesine yer olmadığına dair karar verilir ve yargılama gideri ile maktu vekalet ücreti ortaklık üzerinde bırakılır.”
denilmiştir. Anılan hükmün yayımı tarihinde yürürlüğe gireceği de aynı Kanun’da hükme bağlanmıştır.
Neticeten Sayın Yargıtay, ilk derece mahkemesince, işin esasına girilerek, taraf iddia ve savunmalarının Sermaye Piyasası Kanunu m.16 ve -her ne kadar ilk derece mahkemesi ile Bölge Adliye Mahkemesi’nin karar verdiği tarihte anılan düzenleme henüz yürürlüğe girmiş değilse de- anılan yasal düzenleme kapsamında değerlendirilmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçeyle davanın usulden reddine karar verilmesini doğru görmediğini ifade etmiş ve Bölge Adliye Mahkemesi’nin kararını bozarak kaldırmıştır.
Daire Başkanı 7194 sayılı “Dijital Hizmet Vergisi ile Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”' m.41 ile 3332 sayılı “Sermaye Piyasasının Teşviki, Sermayenin Tabana Yaygınlaştırılması ve Ekonomiyi Düzenlemede Alınacak Tedbirler ile 5422 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu, 213 Sayılı Vergi Usul Kanunu ve 3182 sayılı Bankalar Kanunu’nda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”a eklenen geçici 4. maddenin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ve Anayasa’ya aykırı olduğu gerekçesiyle karara karşı oy yazısı yazmıştır. Çeşitli haber kanallarına göre anılan maddeye karşı Anayasa’ya aykırılık iddiasıyla dava açılacağı da dile getirilmektedir.
III. DEĞERLENDİRMELERİMİZ
Kamuoyunda KOMBASSAN davası olarak da anılan ve çoğunlukla Avrupa’da yaşayan Türk vatandaşlarından toplanan paraların akıbetine ilişkin olan davalardan birinde verilmiş olan işbu kararın arabuluculuk müessesesinin uygulanmasına ilişkin yansımaları merak uyandıracak niteliktedir. Kararın içinde geçen “arabuluculuğa tabi olmayan bir dava ile birlikte açılan tahsil davası da arabuluculuk dava şartına tabi olmayacağından aksi yöndeki mahkeme gerekçesi isabetli görülmemiştir” ifadesi tek başına değerlendirildiğinde bundan sonra davaların yığılması söz konusu olduğunda arabuluculuğa tabi olmayan talebe göre hareket edileceği intibaını uyandırıyorsa da kararın tümü değerlendirildiğinde verilen kararın somut olaydaki uyuşmazlık türüne özgü olduğu ve hatta 07.12.2019 tarihinde yürürlüğe giren düzenleme neticesinde verildiği düşünülmektedir.
Daha açık bir ifadeyle, -her ne kadar karar içerisinde bu denli detaylı bir gerekçelendirmeye rastlamamış isek de- kararın anılan ihtilafta ileri sürülen temel iddia olan ortaklık ilişkisinin kurulmadığı iddiasına dair yapılacak değerlendirmenin “karar verilmesine yer olmadığı” şeklinde sonuçlandırılması olacağından hareketle verilmiş olabileceği kanaatindeyiz.
Aksi halde anılan kararın arabuluculuğa dair kısmının yerleşik içtihat haline gelmesi halinde elbette tecavüzün tespiti davaları ile beraber tazminat davalarının da arabuluculuğa başvurmaksızın açılabilmesi gündeme gelebilecektir. Ancak her ne kadar böyle bir uygulama marka sahipleri ve avukatların süreçlerin tek bir eylemle yürütülebilecek olması ve stratejilerin daha kolay kurulabilmesi anlamında yüzünü güldürebilecek gibi görünse de mevzuatın şu anki durumu göz önünde bulundurulduğunda böyle bir yorumun mevzuata ve hukuka uygun bir yorum olarak değerlendirilmesinin mümkün olamayacağını ve kararın bu haliyle uygulamaya yerleşmesinin hukuk güvenliğini zedeleyici olacağını düşünüyoruz.
[1] KOÇYİĞİT, İlker; BULUR, Alper; Ticari Uyuşmazlıklarda Dava Şartı Arabuluculuk; Hukuk İşleri Genel Müdürlüğü Arabuluculuk Daire Başkanlığı Yayını; Birinci Baskı; Mart, 2019; s.69. http://www.adb.adalet.gov.tr/link/ticariuyusmazliklardadavasartiarabuluculuk.pdf [2] Türkiye Barolar Birliği; Ticari Uyuşmazlıklarda Dava Şartı Olan Arabuluculukta Taraf Vekilliği El Kitabı; Ocak, 2019; s.21. https://d.barobirlik.org.tr/2019/ticariuyusmazliklardaarabuluculukelkitabi/files/assets/common/downloads/publication.pdf?uni=f9403dc06116f9a383a603e275d81dd6
Bu yazı daha evvel İstanbul Barosu Fikri ve Sınai Haklar Komisyonu’nun 2018-2020 Faaliyet Dönemi Özel Sayısı’nda ve IPR Gezgini’nde yayınlanmıştır.
Comments